21 Kasım 2014 Cuma

YENİ BİTEN KİTAPLARIM

Reşat Nuri Güntekin'in Kavak Yelleri romanını elimde görenler, "tvdeki dizinin romanı mı bu" diye sordular. Diziyi izlemedim. Pek fazla dizi izlemiyorum, hele romanlardan hareketle çekilen dizileri hiç izlemiyorum. Seneler önce Peyami Safa'nın Fatih-Harbiye romanını okumuş ve çok beğenmiştim. Şimdi kanallardan birinde bu romanın dizisi var. Bazı hafta sonları gelen misafirler izlediği için katlanmak zorunda kaldığım bu dizinin her dakikasından nefret ediyorum. Keşke hafta içine alınsa da kurtulsam :) 
Gelelim Kavak Yelleri'ne: İstanbul'da okumuş bir doktorun, Anadolu'da bir kasabaya tayin olması ve orada eczacının kızıyla evlenmesi, karısının erken ölümü, kasaba ahalisiyle ilişkileri, kızının evliliğiyle kasabaya küsüp yeniden İstanbul'a dönüşü, orada geç kalmış bir hovardalığı yaşamak isteyip terbiye ve karakterinin müsaade etmemesiyle kıyıdan dönüşü, İstanbul'da kaybettiği eski dostları ve bulduğu yeni insanları anlatan, dönem olarak Türkiye Cumhuriyetinin ilk zamanlarını baz alan, temiz ve akıcı diliyle su gibi akıp giden bir roman. Aynı adlı diziyi izleyenler, nasıl hikaye bu mu? 
   
NOT: Benim okuduğum Kavak Yelleri ve internette araştırınca bulduklarım farklı görünüyor. İnternette karşıma çıkan roman özetlerinde, ana kahraman olarak Zehra adında öğretmen bir kızdan bahsediliyor ve benim okuduğumla alakası yok. Acaba Kavak Yelleri kapağının içine yazarın başka bir kitabı mı basıldı?Edebiyat öğretmenlerim, okur yazar arkadaşlarım bana bir yardım edin lütfen.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun Hep O Şarkı isimli romanı ise dil olarak biraz daha ağır. Yani aslında 40'lı yaşlarınızdaysanız ve lisede edebiyat derslerini seviyorduysanız veya ucundan kıyısından Osmanlıca kelimelere aşinalığınız varsa, o kadar da ağır sayılmaz. Zaten ben de anlamanı bilemediğim bir kaç kelimeyi google amcaya sordum, söyleyiverdi. Gençler için asıl ağır gelecek olan, Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde geçen hikayenin ruhudur. İnsanlar inanılmaz naif, zarif, ince, hatırlı, kurallı. Anneyi bırakın babasına "siz" diye hitap edenin kalmadığı, kayınpederle bile elense tokat olabilen bir nesille yaşıyoruz, onların bu incelikleri anlaması imkansızdır.
Roman Münire isimli bir hanımın ağzından anlatılıyor. Münire ve yan köşkteki Cemil Bey çocukluk aşkıdırlar. Cemil'in ailesi Münire'ye talip olur ancak Cemil'in Münire'nin babasının gözünde çapkın ve haylaz bir genç olması bu izdivaca imkan tanımaz. Münire o dönemin (galiba) Diyanet İşleri Bakanının şişman ve çirkin oğluna verilir. Kocasından nefret eden ve tiksinen Cemile çok zor şartlarda da olsa bir kaç kere Cemil Beyle buluşur. Tam o günlerde, kötü kocası Münire'yi aldatıp Habeşli hizmetçiyi hamile bırakınca bir daha geri gelmemek üzere baba evine döner. Bu arada halasının da yardımlarıyla Münire-Cemil aşkı yeniden yelkenleri rüzgara vermişken, evlilik teklifini reddettiği bir hanım sultan yüzünden Cemil ve babası önce Sivas'a sonra Van'a sürülür. Şimdiki bir köylü kızının Amerika'ya gidememesi gibi yani, kavuşmak Münire için imkansız. Çoook seneler sonra hayat Cemil'i yeniden İstanbul'a savurur. Artık o evli ve çoluk çocuk sahibi bir adamdır. Peki; bunca sene hayatta sevdiği tek adamın yolunu gözleyen Münire'nin duyguları ne haldedir acaba? Ben bu romanı çok sevdim. Bu romanın adıyla bir de eski Türk filmi vardı galiba. Hikayesi aynı mıdır bilemiyorum. Dizisini izleyemem ama filme bir bakayım hafta sonu. 
Bu akşam iş çıkışı gördüğüm manzara buydu. Kırmızı bulutlara odaklanınca park yerindeki arabalar ve yol çok ilginç çıkmış. Açıyı biraz kaydırınca hava da biraz daha aydınlık göründü. Kış geliyor, galiba bu bulutlar kar değilse bile sıkı bir yağmur getiriyor. Ben de hava durumunun yalancısıyım.

DİP NOT: Bu hafta içi yemeğim hazır olduğu veya eşimin spor yaptığı akşamlarda bir bluz diktim. Öğünmek gibi olmasın ama son derece temiz bir iş çıkardım. Bir kaç güne kadar size de gösteririm.

14 Kasım 2014 Cuma

YİNE, YENİ, YENİDEN ELBİSE

Daha önce diktiğim piyedöpol elbisenin modelinden  bir tane daha diktim. Burda dergisi Eylül 2012 109 nolu modeli kullandım. Kumaşım petrol mavisi zemin üstüne, bakır kahvesi desenli ve esnek bir kumaştı. Arkada fermuarı es geçtim. Kışın bile uzun kollu sevmeyen biri olarak, kol boyu hoşuma gitti doğrusu. Ben bu modeli çok sevdim. Yerli ve yabancı pek çok dikiş bloğu da bu kalıba fazlasıyla itibar etti zaten. 
Kırk yılda bir izne çıktım, onda da yine hasta olmayı becerebildim. Grip miyim, sadece öksürük ve sinizüt miyim neyim bilmiyorum. Tahliller ve akciğer röntgeni temiz çıkınca hastalığıma da yüz vermedim ama 1 haftadır süründüm evde. İzin almamış olsam kesin raporluktum. Neyse, izin çok da boş geçmedi. Bir elbise ve bir de astragan yelek diktim. Daha ne olsun? Bir kaç kere de gezebilmeyi başardım. Bugün teyzeme giderken yeni diktiklerimi giyip havamı da attım. İznim kısa da olsa verimliydi denilebilir özetle.

11 Kasım 2014 Salı

BUGÜN LÜKSÜN ADI ASTRAGAN YELEK!

Suni de olsa kürk özel bir duygu sunuyor insana: Lüks, ihtişam, debdebe... Bunları söyleyince tam hanedan üyesi olacakmışım gibi bir izlenim verdim ama emin olun ben ana kraliçe olsam, sarayımın işini kendim yapardım yine :) Gerçi hanedan mensubu olmaya da gerek yok, gerçek kürkler bir Milli Piyango bileti kadar yakın hepimize elbette. Amma velakin, internette astragan nedir diye bir araştırınca, ne acı şeyler buldum, artık yarından itibaren Sabancılar mirasına ortak etseler bile, hayatta gerçeğini giyemem. O zaman çakmasını dikebilirim belki de deyip işe koyuldum.
Kalıp arayıp çıkarmaya üşenince bir tişörtümden faydalanarak kesim yaptım. Kalın ve dış giysi olacak kumaşa, ince ve tene giyilen bir tişörtü kalıp yapmak iyi bir fikir değildi belki ama işe yaradı. Yalnız sorun şu ki, astarı keserken aynı cahil cesaretini gösteremedim. Astarı etek ucundan başlayarak dikilmiş yeleğe iğneleye iğneleye üzerine uydurarak kestim. İlk defa böyle bir şey denedim. Adrenalini tartışılmaz. Hele iğneleme aşamasında verdiği, kendini hot kutür bir terzi zannetme duygusu inanılmaz. Yine de sizlere tavsiye etmiyorum, siz kalıbınızı çıkarın ve bu mecralarda macera aramayın :)




Ayrıca, bu suni kürkler ne pis kumaşlarmış deneyerek öğrenmiş oldum. Çünkü bir kaç blogger arkadaş bahsetmişti de "canım ne kadar pis olabilir ki" demiştim. Evet "o kadar"dan da pis olabiliyormuş! Yalnız değdiğine inanıyorum. 
                               
Ön klapalarını kumaşı katlayarak elde ettim ki mümkün olan en az dikiş ve kesikle uğraşayım.

5 Kasım 2014 Çarşamba

RENKLİ KÖPÜKLER

Gömleğimin kumaşını bir kaç yıl önce Afyonkarahisar Bursa Kumaş Pazarından almıştım. Dökümlü ve ince bir kumaş. Tek başına kullanırsam fazla fırıldak dururmuş gibi geldi :) Bu yüzden de kombin kumaş buluncaya kadar uzun zaman dikilecekler arasında bekledi.
Düz siyah gömleklik kumaş bulmam çok zor oldu. Hatta bulamadım. Hep pamuklu terikoton kumaşlar çıktı karşıma. Üstelik siyahı bomboz bir siyahtı genellikle de.  
Oysa aradığım siyah kumaş, bir türlü dikemediğim yuvarlak desenli kumaşımdan da çok daha önce alınmış, evde öylece bekleyip dururmuş elimin altında. Ben bunu gömlek yapmak niyetiyle almadığımdan, bir türlü ikisinin beraberliklerini düşünememişim. Gerçi desenli kumaşım daha ince ama hiç de sorun olmadı. Üstelik siyahla buluşunca "fırıldak" görüntüsü dizginlendi ve "renkli köpük" haline geliverdi. 
Bu akşam İlik evlerini açtım, düğmelerini diktim, ütüledim ve dolabıma kaldırdım. Boru paça, siyah ve kaliteli bir pantolon alıncaya veya dikinceye kadar orada bekleyecek. Elimi çabuk tutmalıyım ki bir an önce giyebilmeliyim. Kolaya kaçıp almak çok cazip geliyor ama bir kaç hafta önce mağazalarda denediğim bütün boru paçaların üst bacak kısımlarının da boru olduğunu gördüğümden beri kumaş bulma telaşına girdim. Bakalım sıradaki dikiş ne olacak?

3 Kasım 2014 Pazartesi

BİR MİLYON BİRİNCİ BEBEK BATTANİYEM.

Gece gece 4 bardak çay içersen nöbetçi örgücü olarak oturursun.  
                       
Tv kanallarında bir şey bulamazsan kutudan bir film bulur izlersin. Bir de bakarsın saat sabahın 04'ü oluvermiş.
                        

Gece fark edememişsindir ama sabah kalkınca görürsün ki bir kaç arpa boyu yol gitmişsindir