22 Haziran 2014 Pazar

SABAHATTİN ALİ, KÜRK MANTOLU MADONNA

Son derece sıkıcı bir hafta sonu geçirdim yine. Tek kazancım ilk defa bir kitabını okuduğum Sabahattin Ali'yi tanımak oldu. Kendisinin de romanlara konu bir hayatı varmış, bunu öğrendim. 
Nasıl temiz ve güzel bir Türkçe ile yazılmış, nasıl rahat okunan bir kitap anlatamam. Roman son derece tutarlı cümlelerle ilerliyor. Karakterlerin hepsini tanıyor gibi oluyorsunuz. Benim bir yazarda en beğenmediğim husus, okuyucunun gözüne sokar gibi kendi fikirlerini dikte ettirmesidir ki Kürk Mantolo Madonna'da bundan eser yok. Kendi kararlarınızı anlatılanlar doğrultusunda kendiniz veriyorsunuz. En çok hoşuma giden şeylerden biri de; romanda baştan sona bir zaman tutarlılığının bulunması: Örneğin, "dili geçmiş zaman"dan "mişli geçmiş zaman"a veya "şimdiki zaman"a geçişlerde son derece başarılı bir anlam bütünlüğü var ve "neden böyle oldu şimdi durduk yere" izlenimi edinmiyorsunuz. 60 -70 yıl öncesini anlatan bir eser olmakla beraber, teknolojik farklılıklar olmasa, zamandan bağımsız diyebiliriz. Dil yalın, iddiası bile romanın asıl erkek karakteri olan Raif Bey kadar iddiasız duruyor. Zaten, genç neslin -hatta bazılarını benim yaşıtlarımın da- anlayamayacağı az sayıdaki Osmanlıca kelimeler, dip not olarak sayfanın altında anlamlarıyla beraber verilmiş.  Daha ne olsun? Yazarın okumadığım diğer eserlerini de okunacaklar listeme ekliyorum şimdiden. Ayrıca bu güzide edebiyatçımızı, benim gibi henüz farkına varamamış, okuyamamış olanların, neler kaçırdıklarını da vurgulamadan geçmek istemedim doğrusu.   

10 Haziran 2014 Salı

ŞEYTANIN BACAĞINI KIRMAK LAZIM.

Çok sıkıntılı bir kaç ay geçirdik. İnternet bağımlılığım yüzünden aslında hep buralardaydım ama elim de bir şey eklemeye varmıyordu. 
Aslında zaman zaman güzel şeyler de olmadı değil hani. Blog aleminden tanıdığımız sevgili NALAN ABLACIĞIM Antalya'ya geçerken bana da uğradı ve bir kaç güzel saat geçirdik. Ertesi hafta yine blog aleminden tanıdığım, aynı şehirde oturduğumuz ama bir türlü tanışma fırsatı bulamadığımız sevgili BETÜL HANIM ile de tanıştık. Üstelik sergilerini görmeye gittim, muhteşem dikişlerini hayranlıkla izledim ve dikiş hocaları da benim ilk okuldan sınıf arkadaşım çıktı. Az şey mi bunlar, mutlu olmak için? Aslında bu hikayeler de çok yazılası, paylaşılası şeylerdi ama dedim ya elim bir türlü gitmedi. 
Bu gün izinliydim. Çarşıya gitmişken temel dikiş malzemelerimi stoklamak istedim. Her zaman alışveriş yaptığım küçük dükkanın sahibi namaza gitmiş, hadi bankaya uğrayıp geleyim dedim. Bir yağmura tutuldum ki sormayın. Neyse, çok fazla ıslanmadım, bir saçak altında bekledim ama benim gibi boş beklemeye tahammülü olmayan biri için zor dakikalardı. Dönüşte yağmur yüklü kara bulutları görüntüledim. Aslında 100 metre ara ile, her iki fotoğrafta da aynı bulutları görüyorsunuz, sadece açılar farklı, Bulutların arasından süzülen ışık, etrafını sarmış karanlığın içindeki duruşuyla, görüntü olarak değilse bile manevi anlamda, "tutkuyla sevdiğimiz yalnız ve güzel ülkemiz" Türkiye'ye benzemiyor mu sizce de?