26 Ağustos 2013 Pazartesi

TÜRK YILDIZLARI AFYONKARAHİSAR'A GELDİ

Afyonkarahisar Kurtuluş Savaşı'nın en şiddetli çarpışmalarının yaşandığı topraklardandır. Hemen hemen her sene bir pazar günü Kocatepe'ye çıkarız. Yol boyu şehitlikler, bu şehitliklerde ziyaretçiler için hazırlanmış yazıtlar vardır Okuyup da ağlamadığım bir tarihçeye rastlamadım bu yazıtlarda. Allah bu vatanı bize ayağında çarığıyla, sırtında bebesiyle, canını dişine takarak, kendi hayatı pahasına düşman elinden kurtaran dedelerimize, ninelerimize rahmet eylesin. Türk Ulusuna bir daha böyle kötü günler göstermesin. 
Kocatepe'ye Ağustos ayında, öğle sıcağında bile çıksanız, rüzgarı serttir, üşütür. Ama dedelerimiz yolu, izi olmayan, karanlık dağlardan, soğuk-sıcak demeden; Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa'nın önderliğinde, 1922 yılı Ağustos'unun 25'ini 26'sına bağlayan gece, Şuhut İlçesinden Kocatepe'ye yürüyerek karargah kurmuşlardır. Bu güzergah daha sonra, Afyonkarahisar Valiliği'nin girişimleriyle "Zafer Yolu" olarak düzenlenmiştir. Her yıl 25 Ağustos günü, bütün gün ve bütün gece Afyonkarahisar Kocatepe Üniverstesi'nin Zafer Etkinlikleri yapılıyor. Elbette Valiliğin, Belediyelerin, sivil toplum kuruluşlarının, diğer üniversitelerin ve halkın da coşkulu katılımları oluyor. Pazar günü kardeşim ve eşi de bu 12 kilometrelik yolu yürüdüler. Sabah gün doğarken Kocatepe'ye varmışlar. Kim bilir ne duygulu bir yürüyüş olmuştur. 
Senelerdir 26 Ağustos günü Türk Yıldızları da Afyonkarahisar'ı şereflendirirler. Daha önce hiç fırsatım olmamıştı seyretmek için. Bugün iş çıkışı oğlumla çarşıya indik. Ancak Afyonkarahisar'ın kurtuluş törenleri ikindi saatlerinde yapıldığı için, kapalı yollar yüzünden trafikte kilitlendik. Ara sokaklardan kendimize çıkışlar ararken üstümüzden Türk Yıldızları geçmeye başladı. Hemen havaalanına doğru yol aldık. Havaalanına gelmeden de bir sürü aracın yol kenarında park edip dörtlüleri yakıp seyre daldığını gördük. Biz de onlara katıldık.   
Hiç de net fotoğraflar çekemedim elbette. Net olarak yapabildiğim tek şey gurur duymaktı. Türklüğümden, atalarımdan, toprağımdan gurur duydum. Allah askerimizin başını her daim dik tutsun, ayağına taş değdirmesin, kötüye meydan vermesin! Türk Yıldızları Allah sizi de korusun, mavi göklerde kanadınıza toz konmasın! Çünkü kim ne derse desin, bu ülke insanının, hala daha en çok güvendiği kurum Türk Silahlı Kuvvetleri'dir. 






22 Ağustos 2013 Perşembe

YENİ GÖREV EDİNDİK, MASA DEVRE DIŞI

Oğlumla bir puzzle yapmaya başladık. Bittiğinde aşağıdaki atlar bizim olacak.
İlk gün masanın üstünde işe giriştik çünkü acelemiz vardı ve evde özel puzzle halımız yoktu. Hadi ondan geçtik, bir kartonumuz, resim kağıdımız falan da yoktu. Ama dedim ya, acelemiz vardı:) Artık giden, gelen, giren, çıkan bir kaç tane parça koyuyor. Aşağıda gördüğünüz çerçeve içeriye doğru büyümeye başladı, şimdi başına bir hal gelecek, emekler boşa çıkacak diye kaldıramıyoruz.
 Hafta sonu iki gün misafirlerim var. Oğlum masanın bozulmadan kalmasını istedi. Gelecek olanlar yabancı değiller, yakın akrabalarımız ve yakın arkadaşlarım. Sanırım yarına kadar yarılayamaz ve kartona sıyırabilecek kadar büyütemezsek, aynen masanın üzerinde kalacak. Belki misafirler de bir el atarlar ve daha çabuk bitiririz:)

21 Ağustos 2013 Çarşamba

YİYECEĞİMİZ BİR TABAK KÖFTE ARKADAŞ!

Oğlumun bir arkadaşı, yaz tatilinde Afyonkarahisar'daki zincir köftecilerden birinde çalıştı. Geçen akşam köftecideki hijyen durumlarından bahsetmiş. Tabaklar, bardaklar, parlatmak için sanırım, bezle de kurulanıyormuş. Bez yere de düşse, alınıp işe devam ediliyormuş. Sonuçta işletme sahibi, hele hele zincirin sahibi, yanında çalıştırdığı insanlara ne kadar eğitim verse de, başlarını beklemedikçe o bezin yere düştüğünü, sonra da aynı bezle tabak ovuşturulduğunu bilemezler. Çalışanlar, garsonlar ne kadar temizse, yediğimiz yemek de ancak o kadar temiz olabilir. Dışarda yemek yediğinizde hiç mi aklınıza gelmedi hijyen konusu? Buraya kadarı, aslında inanmak istemediğimiz, aklımızdan arada bir geçirsek de gönlümüzden geçirmediğimiz bir durum, öyle değil mi? 

Ama bundan sonrası çok ilginç. Tabağımda bıraktığım köz biberlerin yeniden kullanıma sunulduğunu düşünemezdim doğrusu. Ya da benden önceki müşterinin tabağından benim tabağıma transfer olan bir köz domatesi düşünmek bile istemiyorum. İşte bu meselenin açıklanabilir tarafı yok. Bir kilo et parasına 5-6 köfte yediğimiz işletmede, garnitür sebzenin maliyeti ne olabilir ki? 
  • Artık arada bir yemeğe de mi çıkamayacağız Allah aşkına? Dışarda güvene güvene hiç mi bir şey yiyemeyeceğiz? Markalar, zincirler başarıyı elde edene kadar onlarca sene veriyorlar da, çalışanlarını disipline edemiyorlar.
  • Bu olayı hazmedinceye kadar dışarda yemek yiyemeyeceğim kesin de, bir süre sonra yeniden çıktığımda, artık hiç bir zaman güvenerek yemek yiyemeyeceğim kesin.  
  • Akşama köfte yaptım. Patates kızarttım. Biber kavurup domates, soğan ve sarımsakla sos yapıp birlikte pişirdim. Ev ekmeği de vardı ayıptır söylemesi. İçimize sine sine yedik. Yaşasın evimin mutfağı. 

18 Ağustos 2013 Pazar

HAFTA SONU SENDROMU VE BAKALIM RESİM KOTAMI DOLDURABİLİYOR MUYUM?

Pazartesi falan mevzu olmaz; benim için sendromların babası hafta sonu sendromudur. Çünkü bütün hafta boyu, güzel gözlü sevimli hayvancığa atfen çalışmış ve hafta sonunu iple çekmiş bir insan evladıyım ben de. Üstelik gezdiğim bloglarda yazlığa gidenleri mi ararsınız, tatile akın edenleri mi, deniz aşırı ülkeleri tercih edenleri mi, dağ, dere, tepe, çiçek, böcük inceleyenleri mi... 
Hafta sonları en çılgın atraksiyonum, -aralarında tek çalışan olduğumdan- ben de katılabileyim diye 15 günde bir cumartesileri düzenlenen akraba gününe gitmek. Ona da gitmeden önce tercihan erkence kalkmam, makinaya en az 2 kazan çamaşır yıkatmam, bunları sermem, evi ışık hızıyla silip süpürmem, toz almam, kalırsa banyoları ve tuvaletleri akşam temizleyeceğimi ummam gerekiyor. Başka türlü gittiğim günden de zevk alamıyorum.
Bu hafta sonu asabiydim. Cumartesi biraz geç kalktım. Kahvaltımı geç yaptım. Temizliğinin de canını cehenneme gönderdim. Banyoyu, tuvaleti temizlemeyi ummadım bile. Bu hafta sonu sadece çamaşır yıkadım rutin olarak, ütü mütü deseniz Hak getire... Yarın giyecek bir kaç pırtımızı az sonra ütülerim olur biter. 
Oğlum da çok sıkıldı. Arkadaşları çalışıyorlar veya tatildeler ya da memleketlerindeler. Dün oyalanmak adına hayatta yapmayacağı bir şeyi yaptı, beraber  Özdilek'e gittik, 1000 parçalık bir puzzle aldı.   
En son pazar akşam üzeri bizim aile için evde kalma geleneğini bozarak dışarı çıktık. Ayol sosyeteye karıştık:)) Babaanneyi tekerlekli sandalye ile de olsa gezdirmek için yenilerde açılan Akarçay Yürüyüş Yoluna götürdük. Zaten akşam saatleriydi. Bir doğudan, bir batıdan çektim de çektim. Yukarıdaki ne kadar başarılı oldu bilmem ama panoramik bile görüntüledim.  Aşağıdaki karede de binaların üstünde Afyon Kalesini görüyorsunuz.
Ey tatilciler! Hadi bakalım çekiyorum resti: Onca yer gördünüz, gittiniz, gezdiniz. Söyleyin bakalım, metrekareye benden fazla fotoğraf sığdırdınız mı? Çünkü bütün bu görüntüler, hepi topu 1-1,5 km lik bir yolda çekildi:)) 
Neyse, pazarı da bitirdik elimize yüzümüze bulaştırmadan. Yaşasın pazartesi! Yaşasın hafta içi! Hafta içi insanı yanıltmaz, boş vaadlerle aldatmaz, sağ gösterip sol çakmaz, seni beklentiye sokmaz. Hafta içi nettir. Çalışacaksındır, hayale yer yoktur, katıdır. Candır hafta içi can! 










Bu arada engelli vatandaşlara Allah kolaylık versin. Bu yürüyüş yolunda bir engelli kendi başına gidebilir ama buraya asla tek başına gelemez. Hatta Afyonkarahisar engelli vatandaşlar için yaşanılabilir bir memleket değil, bu gün bunu iyice anladık. Gerçi kayınvalidem yürüyebiliyor, tam engelli değil ama sadece tuvaletine gidip gelebiliyor. O da volkır aletiyle. Bu yüzden de gezmeye götürdüğümüzde tekerlekli sandalye aldık, onu kullanıyoruz.  




10 Ağustos 2013 Cumartesi

NEVZİNE YAPTIM

Sanki evde hiç tatlı yok, sabah sabah kalkıp Kayseri dolaylarından Nevzine tatlısı yaptım. Ben boş kalmaması gereken, enerjisini ne zaman nereye savuracağı belli olmayan kararsız atomlar gibiyim. En kararsız olduğum zamanlar eli boş zamanlarım ve en radyoaktif anlarım da mutfakta geçirdiğim zamanlardır. Mutfağa bir bardak su içmek için girip Özbek pilavı veya mantı yaparak çıkmışlığım vardır benim... Düşünün, ne zor anlarımmış ki, yemek yapmayı sevmeyen biri olarak "acı acıyı su sancıyı" diye tencere tencere yemek yapmışım. 
Ama bu gün mutfağa ne yapacağımı bilerek girdim. Çünkü evet evde 3 çeşit tatlı vardı ama 2 tanesi zaten iyice azalmıştı. Kalabalık bir misafir gelse yetmezdi. Zaten Abdullah Gül'ün,köşke Nevzine'yi sokmasından beri, bir meraktır sarmıştı beni. Durduk yere Kayseri'ye mi gidilir şimdi bir tatlı yemek için? Hayır, Hayrünnisa Hanım'a da sorsam olur tarifini ama onunla da oturup iki lafın belini kırmışlığımız yok. Bayram tebriği için Ankara'ya gidip sohbet arasına "şekerim, bir de malzemeleri şuraya yazıverseydin" denilebilir ama ilk tanışmada şık durmaz. "Bari blogcanlarıma bir sorayım" diye düşündüm. Bir kaç tarif buldum. Bloğun adındaki dik duruştan ve telkin ettiği güvenden midir nedir "sonu garantili tarifler" adresindeki reçeteyi uygulamaya karar verdim. 
Şerbetini dökünce görüntü aşağıdaki gibi oldu. Şimdilik tadını bilmiyorum. Alta dip not düşerim. Ama hamurunu tutarken çok güzel ve çok özel bir hamur olduğuna kesinlikle inandım. 4 su bardağı un koymuştum, sanki 5. bardağı da kaldırır gibi geldi, döktüm, kaldırdı. Hamur o kadar güzel oluyor ki 4. bardakta da ele yapışmıyordu, 5. bardakta da yapışmadı. Tarifini sevgili sonugarantilitarifler bloğundan olduğu gibi kopyalıyorum. Siz muhakkak gidip bir de bloğu görün isterim.

Malzemelerimiz.
Yaklaşık 1 kg un
1 yumurta 
1 su bardağı ceviz
1 su bardağı tahin
1 su bardağı sıvı yağ
2 yemek kaşığı sirke
2 çay kaşığı karbonat
1 su bardağı süt
1 paket margarin

Şerbeti için:
3 su bardağı şeker
2 su bardağı su
1 çay bardağı pekmez

Hazırlanışı:

  • İlk önce şerbeti yapmaya başlıyoruz. Şekerle suyu ocağa koyuyoruz.
  • Kaynamaya başladıktan 5 dakika sonra ocaktan indiriyoruz.(bu kısım çok önemli dikkat)
  • Soğumaya bırakıyoruz. Ilıdıktan sonra içine pekmezi döküp güzelce karıştırıp soğumaya bırakıyoruz.
  • Diğer tarafta margarinimizi kısık ateşte eritiyoruz.
  • Yoğurma kabımızın içine sırasıyla sütü, sıvı yağı,sirkeyi erittiğimiz margarini de  koyup güzelce karıştırıyoruz.
  • Yumurtayı da koyup karıştırıyoruz.Tahini de ekliyoruz. Biraz un ve karbonat ekleyip yoğurmaya başlıyoruz.
  • 1 bardak cevizide ekleyip aldığı kadar unla elimize yapışmayacak bir hamur yapıyoruz.
  • Daha sonra hamuru elimizle güzelce fırın tepsimize yayıyoruz.
  • Çatalın ters tarafıyla durup çekerek dalgalı bir şekilde üstünü çiziyoruz.
  • Son olarak bıçakla kare dilimler şeklinde kesiyoruz.
  • Önceden ıstılmış 180 derece fırında üzeri kızarana kadar pişiriyoruz.
  • Fırından çıkarttıktan 5-6 dakika sonra soğuk şerbeti üstüne döküyoruz. Soğuduktan sonra servis ediyoruz.

9 Ağustos 2013 Cuma

MUSMUTLU BAYRAMLAR VE MANKENLERE ŞAPKA ÇIKARTMACA:)

Bayramınızı en içten duygularımla kutluyorum. Allah, ulusça nice güzel bayramlara sağlıkla, huzurla erişmemizi nasip etsin.
Çocukluğumda her bayram yeni bir bayramlığımız olurdu. Yakın zamana kadar da bayramlar için özel olarak kıyafet alırdım. Son yıllarda bu adetten vaz geçmeye başladım. Bunda bayram öncesi alışveriş merkezlerindeki inanılmaz kalabalıkların rolü büyük elbette. İnsanın başını döndüren bir kalabalık, kasalarda aldığım ürünün parasını ödeyebilmek için uzun zaman beklemeler, kördüğüm olmuş trafik.. Oğlumla eşim ise her şart ve durumda alış verişten hiç hazzetmezler. Ben de bu bayramı evde olan kıyafetlerle geçirmeye karar verdim. Daha önce hiç giymediğim bir kaç kıyafetim vardı. Onları ütüledim. Tam giyecekken aklıma kendi diktiğim bu bluz geldi: Beyaz puantiyeli, pembe-yavru ağzı şifon üst. Sizlere de göstermek istedim. Model Burda dergisinden. Şifon üstün içine kalın askılı bir atlet-bluz, altına da yine kendi diktiğim beyaz bermuda pantolon giydim, beyaz çanta ve pembe ayakkabılarla tamamladım. Ben hoşlandım bu kombinden. Renkler modaya uygunmuş, değilmiş hiç ilgilenmedim bile:)
Gelelim fotoğraf çekimlerine. Oğlum fotoğrafçılığımı yaptı. "Anne sen hareketli ol, dön, ben çekeyim, beğendiklerini koy" dedi. Çok eğlendik, güldük. Fotoğraf çekmek de çektirmek de zor iş hakikaten. Bu konuda mankenlere hiç laf söylememek lazım. İnsan elini kolunu nereye koyacağını bilemiyor. Sıskalar, mıskalar, ama takdir etmek lazım tahta kızları, yani mankenleri:) Hatta en sonunda da neredeyse düşüyordum, o pozu da koydum ki seneler sonra bu blog hala duruyor olursa, kendi adıma tarihe not düşeyim diye. 
  









6 Ağustos 2013 Salı

YARAMAZ ORKİDE

Orkidem 5-6 ay kadar evimi renklendirdikten sonra tüm çiçeklerini döktü. Üstten bir kaç boğumunu kesip beklemeye başladım. Yeniden çiçeklenmesi için belki 4 ay beklemem gerektiğinden, suyunu vermekten başka hiç bir şey yapmadım. 
 Arada bir çiçeklerin ışığa doğru yönünü değiştiririm ki yamuk büyümesinler. Tam da bu işlem esnasında orkideciğin yeni bir sürgün verdiğini fark ettim. Ne çabuk büyümüş sürgün anlamadım. Yatay vaziyette uzamış gitmiş. 
Yeğenimiz bitkiye, hayvana pek meraklıdır. Bize geldiklerinde gösterdim. Yatay büyümüş kolu yukarı kaldırmak için iple çubuğa bağlamamı ve her gün yavaş yavaş bu bağı daraltmamı önerdi. 
Bakın ne kadar yol aldım 10 günde. Hatta yeni sürgünde 5 tane de orkide çiçeği tomurcuğu var. Bakalım ne zaman açacak? Ayrıca eski sürgünler de açacak mı? Şimdilik bekliyorum. 
Benim gibi çiçek sever ama bilgisiz blogcular için bir örnek olur diye yazıyorum. Dalı birden bire sıkı bağlarsak kırılmasına sebep olabiliriz. Bu yüzden yavaş yavaş, her gün bir kaç cm daraltarak bağlarsak hiç sorun olmuyor. Benden söylemesi:)