21 Temmuz 2013 Pazar

MAMALAR, MİDESEL MEVZULAR VE MERAKLISINA ENDOSKOPİ GERÇEKLERİ (NANANANAAAAM)

Bu tabaktakilerin eşit miktarda olduğuna inanabiliyor musunuz? Küçük görünenler de, büyükler de 2 kepçe muhallebi aldı. İlizyon!                     
          
Geçen gece eşim sahura kalkmayacağını söyledi. Mide şikayetleri olmuş. Bende de sıkıntılar olunca sahura kalkmamaya karar verdik. Akşamdan muhallebi pişirmiştim. Dolapta soğudu buz gibi. Cuma gecesi 2.30 da falan yatarken birer tabak muhallebi yedik. Ertesi gün ikimiz de pek bir memnunduk. Cumartesi gece de aynı şeyi yaptık. Bugün de hayatımızdan memnunuz. 
Geçtiğimiz 2 sene boyunca özellikle sahurdan sonra mide şikayetlerim olmuştu. Bu sene başında, üstelik Ramazan da değilken sıkıntılar artınca endoskopi oldum. Asit salgısı fazlası, gastrit, mastrit bir şeyler çıktı ama ben o kadarına razıydım. Endoskopiyi merak eden arkadaşlar olmuştu. Şimdi aklıma geldi. Ondan bundan tiksinen, iğrenen biriyseniz, sürekli mideniz ağzınızda dolaşıyorsanız, doktorunuzla konuşun, anestezi uzmanları eşliğinde, sedasyonla yapabiliyorlar. İşlemin tamamı 5-10 dakika kadar sürüyormuş. Dayanırım derseniz ağznızdan boru sokuluyor mideye (iğğk).  Bitti gitti. Dayanamazsanız da operasyondan sonra yarım saat kadar uyku ile uyanıklık arasında kalıyorsunuz. Anestezi olmasa masadan kalk eve git yani. Bu işlemi kendi çalıştığım devlet hastanesinde yaptırdım. Artık pek çok devlet hastanesinde gastroentereloji uzmanı var. Hatta genel cerrahlar da endoskopi yapıyor ama gastroentereloji varsa ona gidin. Bir kaç soru da masrafı üzerineydi ki devlet hastanelerinde tek kuruş ödemiyorsunuz. Ama tek sıkıntı bahsettiğim branş hekimleri sayıca azlar ve sıra oluyor. 
Benim hikayeme gelince, ultrasonda safra kesemde taş olduğu anlaşıldı. Genel Cerrahım kapalı ameliyatla safra kesemi ve baş parmağımın ilk boğumu büyüklüğündeki tek taşımı çıkardı. Karnımda biri göbek deliğinde, biri göğüs altında ikisi de etrafa saçılmış 4 tane delik vardı. Ameliyattan sonraki bir hafta tam bir anne ihtimamı içindeydim. Elimi sıcak sudan soğuk suya sokturmadı, beni sürekli yatırdı, uyuttu, ayağıma çorap bile giymem konusunda etkili oldu. Allah analarımızı babalarımızı başımızdan eksik etmesin. Sonuç olarak bu rahatlık bana belki de 3-4 kilo olarak geri döndü. Oysa ameliyattan önceki 15 gün boyunca safra kesemin mideme vurduğu sıkıntılar yüzünden, "aman midem bulanacağına yemeyivereyim, aman midem ağrıyacağına yemeyivereyim" diye diye midemi küçültmüş, eski pantolonlarıma girmeye başlamıştım. Yine pehlivan gibi oldum Ramazanda. Neden? Çünkü tatlı yiyorum! Neden? Çünkü gün aşırı Afyon kebabı yiyorum. Neden? Çünkü sahurda ağzaçık, bükme, katmer, börek yiyorum. Ben adam olmam, biliyorum...


Ben bir de simit yemeyi özledim. Ramazandan sonra başlarız artık sabahları işyerinde simitle kahvaltı yapmaya.

11 Temmuz 2013 Perşembe

İLK ÇEKİLİŞ HABERİM

Çekilişi ben yapmıyorum. Sevgili  ecerce yapıyor. 
Ben de katıldım. Ama bakın neden katıldım: Ecerce'nin zerafeti

7 Temmuz 2013 Pazar

ANNA KARENİNA

Bu aralar Anna Karenina'yı okuyorum. Vaktiyle okumadıklarımdan bu da. Aslında iyi ki de okuyamamışım, genç Nurten'i şoka sokup, edebiyattan, okumaktan, yazmaktan soğuturmuş vallahi. Gerçi bu durumun romanın çevirisiyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Benimkinin kötü bir Türkçesi var. Şimdi dikkat ettim de çeviriyi kimin yaptığı yazmıyor. Bir kaç tezim var bu konuda:
  1. Çeviriyi yapan kişi, Rusça mütercim tercümanlık okumuş, mezuniyet tezi olarak da hocaya bu çeviriyi sunmuş olan hayta bir öğrencidir ve geçer notu alamayınca, "ulan o kadar emek çektim bari bir yayın evine satıp önümüzdeki senenin okul harcının ilk taksidini çıkarayım" demiştir. Yayın evi sahibi zaten Rusça bilmemektedir, bildiği Türkçesini de cümlelerin bütünlüğünü test etmek için kullanmamıştır:)
  2. Çeviriyi bir Rus yapmıştır, 1. maddedeki Türk öğrencinin Rus versiyonudur.
  3. Çeviri yapıldığı sıra sık sık telefon çalmış, kapıya çöpçü, bekçi, kapıcı gelmiş, tercümanın dikkati bir daha toplanmamak üzere dağılmıştır.

Tabi bolca abartma huyum var. Aslında çok güzel bir roman, dünya klasiği, benim laf etmem bile haksızlıktır. Ancak kitabın içine girebilmem için 80-100 sayfa okumam gerekti. Çünkü Tolstoy Usta, roman kahramanlarının ismini durup durup farklı yazmış. Zaten zannımca tercüman da işte bu sıralarda ipin ucunu koparmış:) Mesela Türkçe bir örnek vereyim: Kahramanlardan birinin adı "Ahmet Mehmet Güçlü" olsun. Okurken okurken bir yerde Mehmet diyor, bir yerde Ahmet, bir yerde Güçlü, hatta ve hatta Memo. Kadının adı "Fadime" diyelim, romanın başında Fadime derken ilerleyen sayfalarda Fatma, Fatoş, Fadik, Fato.. diyor. Keşke çoklu kişilik sendromunun psikolojide bir karşılığı olmasaydı da bu romanda kullansaydık:)

Ama tembellik edip yazmadığım, kitaptan fotoğrafını çektiğim şu sözlere bir bakar mısınız? Usta konuşmuş! Büyütünce görürsünüz:
Çok insanca bir tespit değil mi? İnkar etmek, yok saymak..
Ya aşağıdaki yoruma ne demeli? Biz kadınlar erkeğimize ne yaşatıyoruz ki, adamları kadın konusunda aydınlanma çağına sokuveriyoruz acaba?
Aşağıdaki iki fotoğrafı birleştirerek okuyun lütfen. Paylaşacağım yazı sayfa sonuna denk gelince arkaya da sarktı:) Hikaye şu: Levin ve karısı Kitty evlendikten sonra pek baş başa kalamazlar Şimdiki gibi uçaklar, hızlı trenler, duble yollar da bulunmadığından, Kitty'nin ailesi genç çifte ziyarete bir gelir, bütün bir yazı onlarda geçirir. Levin hem kayınvalidesi Prenses Cherbatzky'nin dokundurmalarından, hem de bazı konuklardan hazzetmemektedir. Kader işte, erkeğin bahtsızı da kötü arkadaş:)) 
Ailelerin bir mecburiyet yoksa, özellikle yeni evlilerle beraber ısrarla yaşamamaları, hayatlarına müdahaleci olmamaları gerektiğine inanan biri olarak, Usta'ya şapka çıkarıyorum. Tespit süper.

Aşağıda görüntülediğim paragraflarda da çok incelikli bir anlatım var: Burada kız evlilik teklifi bekliyor. Erkek ortamı ayarlayıp teklifi yaparken kullanacağı kelimeleri aklında sıralayarak kıza yaklaşıyor, sonra da teklif sözcükleri yerine eften püften şeyler dudaklarından dökülüyor. Bu hayal kırıklığı ise ikisine de yetip artıyor. Hani bizim kültürümüzde olsalar, kızı kenara çekip "Kızım Varinka, -yazar sana bir yerde Varvara Andraevna diye seslenmiş sen olduğunu zor kavradım ama bunun konumuzla ilgisi yok- boşver be güzelim, iş olacağına varır. O adam zaten sana göre değildi. Söylenmesi gereken söylenmemişse, açılmamış konuyu yorumlamanın da bir anlamı yoktur. Sana erkek mi yok, elini sallasan ellisi..." diye devam eden bir söylev verilir ve iş "her şeyde bir hayır vardır" diye bağlanırdı.
Özetle roman kesinlikle okunması gereken bir başyapıt. Özellikle iyi bir çeviri ile alınacak tad muhakkak daha yüksek olacaktır. Ancak gençleri ve daha küçükleri zorlamamakta fayda var. Çünkü asgari bir hayat bilgisi birikimi, kültürel farkların kabulü, hoşgörü, merak, sabır gerektiriyor. Günümüz hız çağındaki gençler için fazla  yavaş gelebilir. Ama bazı şeyler yavaş yavaş yendiğinde damakta daha fazla bir haz bırakmaz mı zaten?