28 Eylül 2012 Cuma

MOTİF BAHTANİYE

Perşembe günü kargocular evde bulamayınca beni, kargomu işyerime getirdiler. Hemen oracıkta paketleri açtım. Arkadaşlarıma da bir yandan durumu izah ediyorum: "Efendim, biz internetten bir grup hanım bahtaniye örüyoruz, her ay bir kişiye 25 motif gönderiyoruz, 4 ay sonunda bir bahtaniyemiz oluyor" falaaaaan filan.
Arkadaşlarımın bu taraklarda bezi yok. İlginç buldular. Onlara göre bir iş olmamakla beraber, en azından benim heyecanımı anlayabildiler. 
 Şu paketin içinden çıkanlara bakıp da heyecanlanılmaz mı? Sadece motif gelmemiş ki, el yapımı bir külah içinde şekerler,
 Güzel bir kolye, küpe, kitap ayıracı, anahtarlık ucu (veya nereye takarsan onun ucu), buzdolabı magneti...
Hatta eve gelip buzdolabı magnetimi hemen yerine taktım. Artık eksikler listesinin yanında bana sevimli sevimli bakan bir tombalak var. Sanki bana "Dolap tamtakır yine, alışveriş yapman lazım" der gibi gülümsüyor. 
Sevimliliğe bakar mısınız? 
Teşekkürler sevgili alonenes. Ellerine sağlık.

21 Eylül 2012 Cuma

BOŞ DURMUYORUM

Farklı göründüklerine bakmayın, hepsi aynı boyda. İplerimi Afyon'da bulamayınca Nakonun sitesinden getirttim. İlk siparişimde yeteceğini düşünerek, gerekli renklerden birer tane aldım. Bir yumak iple ilk ay öreceğim arkadaşa ancak 14 veya 15  tane motif örebildim. İkinci yumaklar gelinceye kadar diğer renge geçtim. Ondan da 14 veya 15 tane ördüm. Sonra üçüncü aya geçtim:))    
Neyse ki bu arada ikinci siparişim geldi. Daha önceki siparişte kendime aldığım birleştirme rengi sitede göründüğü gibi çıkmayınca, daha fazla riske girmemek için lacivert ip de yazmıştım. Onlar da geldi. Yine bir sürü ipim oldu. Bu arada kendimle ilgili teorim kanıtlanmış da oldu: Ben güzel bir malzeme bulunca kontrolünü kaybeden bir insanım. Benim olsun istiyorum. Nakonun ürünler sayfası bana nasıl işkence oldu bilemezsiniz. Allahtan hala aklım başımdaydı da, o, fazladan bir şey örmeye vaktimin bile olmadığı, hepsi birbirinden güzel iplerden almadan durdurabildim kendimi. 
Alttaki fotoğrafı da morun rengini görmeniz için yayınlıyorum. Çünkü üstte çok karanlık çıkmış. Açık yeşil, aynı zamanda benim renklerimden de biri. Aslında düşündüğümden daha cırtlak bir renk ama bütünün içinde düşünmek lazım. Hepsi de çok hoşlar değil mi? Bakalım birleştikleri zaman nasıl görüntülere ulaşacağız?

19 Eylül 2012 Çarşamba

KUĞU GELİYOR MU NE?

Bu modeli 5-6 yıl kadar önce arada bir aldığım -sanırım- Nako örgü kitabında görmüştüm. Küçücük bir resimdi. Açıklamalarındaki tüm sayılara sadık kalarak ve renkleri de hem Afyon'da bulabildiğim, hem de zevkime uygun olarak aldıklarımla ördüm. Çok da şık oldu. Bir ara sizinle de paylaşırım.
Önceki hafta motif etkinliği için ip arayıp da bulamadığım bir gün, hızımı alamayarak şal yapmak üzere iki torba iple çıkmıştım dükkandan. İplerin bir kısmı ile Gülceme pelerin ve şapka ördüm. Sonra kafamda her üretim öncesinde kısa devre yaparak yanıp sönen ampüller, bu şala başlamamı söylediler. Hakikaten beynimde değme bilim-kurgu filmlerine taş çıkaracak cinsten bir mekanizma olduğunu düşünüyorum. Çünkü bazan hiç aklımda olmayan şeylere tak diye başlayıveriyorum. Çok mu lazım, değil. Ama 2-3 gündür örüyorum. Sanırım yarın falan da biter, püsküllerini düzenlerim. 
Model herkesin bildiği, bilmeyenlerin rahatlıkla anlayabileceği, hiç anlayamayanlara benim anlatamayacağım kadar kolay:)) Tek püf noktası uygun renkleri ve mümkünse tüylü ipleri kullanmak. Bilemiyorum ama galiba bu da Gülceye gidecek.

17 Eylül 2012 Pazartesi

ÇİRKİN ÖRDEK YAVRUSU

Şimdilik sadece bir çirkin ördek yavrusu olan bu yeni işimin fotoğrafını yayınlayayım ve kendimi devamını getirmeye zorlayayım dedim:))


SIRADAN İNSAN HALLERİ


  • İnternetten alışveriş yapmaya bayılmasam da arada bir bir şeyler alıyorum. Ama her zaman alışveriş sitelerini gezmeyi çok seviyorum. Blogcu arkadaşların reklamlarında gördüğüm adını da şimdi tam olarak hatırlayamadığım bir tesettür sitesine dadandım bu aralar. Denk geldiğinde girip bir dolaşıyorum. Bazı kıyafetler çok zarif hakikaten. Ama geneli fazla abartılı hatta yer yer rüküş. Arkadaş, insan göğüs dekolteli askılı elbise giyer de altına badi mi giyer? Madem tesettürlüyüm diyorsun, herşeyi giymeyivereceksin. Bu nasıl bir yaman çelişki? Hele bir abiye markasının (gerçi böyle bir marka var mı, bu site için mi o isim verildi bilmiyorum) kıyafetleri vardı kiiii, aman Allahım! Yine de, demek giyen var, üretiyorlar:) 
  • Saçlarımı kestirmem lazım. Kuaförde zaman geçirmek canımı sıktığı için erteliyorum. Bu arada diplerdeki beyazlar, anarşistler gibi baş kaldırıp çoğalıyor, isyan bayrağını açarak gövde gösterisi yapıyorlar. Saçımı kızıllara, mavi-siyaha, mor tonlara, sarı hariç (yakışana çok yakışıyor, yakışmayanı madara ediyor), her seferinde bir öncekinden farklı renklere boyayasım var. Ama pek çok kimyasala ve antibiyotiklere alerjim olduğundan boyatamıyorum. Saç boyalarıyla da ilgili seneler önce bir kaç kötü hikaye dinlemiştim. Saçıma hiç boya değmedi desem inanır mısınız? Tabi beyaz saçlarla da dolaşmıyorum. Yaşlanmakta olduğumuzu itiraf edecek değiliz, inkar etmek lazım. Bir paket siyah, bir paket de kahve kınayı karıştırıp 1 saat kadar saçıma uyguluyorum. Aslında bunlar da tam doğal kına değilmiş. Sonradan öğrendim. En azında bunlara alerjim olmadığını -inşallah hala yoktur- öğrenmiş oldum.
  • Bu bahar çok güzel bir bahçe yapmak için yola çıktık. İlk çiçeklerimizin uzun süren kış yüzünden heba olduğunu düşünerek ikinci posta çiçekleri diktik. Onlar da pek iç açıcı olmadılar. Hele yediveren güllerimiz, sezon boyunca yedi sefer gül açacaklarına toplamda yedi tane gülü zor verdiler. Tembeller. Seneye bu güllerin başına 24 saat bahçivan dikeyim de görsünler. (Herkesin başına bir polis dikmek kadar iddialı oldu değil mi). Güllerden biri de sarmaşık gülü çıktı zaten. İyi, bahçede bir de sarmaşık gülü oluversin de, zavallıyı kabak gibi ortaya dikmiştik , etrafında sarılacak bir şey yok. 
  • Dikişi özledim. Ama dağınık ve pis bir iş dikiş dikmek. Ya da ben böyle çalışıyorum. Konsantre olacağım bir zaman dikişe bir başlayacağım, bütün kumaşlarımı bitirinceye kadar dikeceğim. Belki size bile bir şeyler dikebilirim:)
  • Resim yapmayı da özledim. O da pis ve dağınık bir iş. Üstelik bir de fazladan kokusu var.
  • Size daha gösteremedim ama perde aksesuarlarımı bayram temizliği sırasında, (şimdilik tam olarak bitmeseler de) astım. Bu halleri bile güzel oldu.  
  • Kış geliyor. Bu sene kışa hiç yatırım yapamadım desem yeridir. Üç beş dizi dolmalık biber kuruttum o kadar. Uzun kabaklar bitti mi, bitmedi mi bilmiyorum. Haftaya bir pazar seferi yapsam iyi olur galiba.
  • Evimizin oralarda burda dergisi satılmıyor. Çarşıya gitmektense çevre yolunun iki başındaki Migroslara gitmeyi tercih ediyorum. Ama dergi, Migroslara ne zaman geliyor, ne ara bitiyor anlamıyorum. Madem o kadar çok dikiş diken bayan var Afyon'da, neden bu kadar az kumaşçı var ki? Yoksa hepi topu burda alan 2 kişiyiz de, hangimiz kaparsa o mu alıyor burdayı acabaaaaa?
  • Laptopum ne zaman gelir ki? Oyuncağı elinden alınmış bebek gibi oldum. Eşim evde olmadığı zaman onunkini kullanıyorum. Kendisi nadiren hem cumartesi hem pazar evde kalır. Şansa bakın ki, bu hafta da böyle bir hafta oldu, cuma akşamı eve bir geldi, laptopunun başına bir geçti, sofraya da onunla oturdu kalktı. Zaten yakında masaya bir servis de bilgisayar için açmayı düşünüyorum. Eskiden, internetin olmadığı ilkel (!) zamanlarımızda pazar kahvaltılarını öğleye kadar uzatır, bir kaç tane gazeteyi ilgi alanlarımıza göre reklamlarına, ilanlarına varıncaya kadar okurduk. Hey gidi günler hey.. Sahi bir zamanlar biz köşe yazarlarını gazeteden okurduk değil mi?

15 Eylül 2012 Cumartesi

KREM RENGİ MOTİFLER

Sevgili alonenes'in düzenlediği motif etkinliği faaliyetimizi bilmeyen kalmadı artık. Geçtiğimiz hafta ikinci motiflerim geldi. Beraberinde bir de hediye çıktı koliden. Müthiş pastaları, güzel kekleri ve lezzetli tarifleriyle, fazla kiloların korkulu rüyası ve tehlikeli bir blog olan sevgili fidaneli, şıkır şıkır bir şal örmüş, zarif de bir not iliştirerek göndermiş. Çok beğendim. Kışın bol bol kendisini anarım artık. 




12 Eylül 2012 Çarşamba

TOM AMCA VE SAZ ARKADAŞLARI GELDİ:))


Daha önceki yazımda çocukluğuma ait bir anı anlatmıştım. Sevgili Nilgün Komar hemen mesaj yazmış, kitabı bana göndereceğini söylemişti. Hem de eski basımını arıyordu. Güzellik üstüne güzellik, incelik üstüne incelik. 
Bugün de kargom geldi. PTT kargo zarfından çok cici bir paket çıktı. İçinde Tom Amcam ve kendisi küçük, etkisi büyük hediyeler vardı. Bu paketi artık beni iyice tanıyan kargocu çocuk hastaneye işyerime getirmiş. Bütün gün görgüsüz görgüsüz gelene gidene gösterdim. Şimdi de size gösteriyorum. 

Çok güzel bir duygu bu, anlatamam. Buna blog etkisi mi diyelim, ne diyelim? Birbirimizi hiç tanımadan, hiç bir beklentimiz olmadan, küçücük şeylerle mutlu etmek mümkün görüldüğü gibi... 

İçimdeki küçük çocuk sevindi. Çok teşekkür ediyorum Sevgili Nilgün. Senin de çok mutlu olmanı diliyorum.  

9 Eylül 2012 Pazar

İLK MOTİFLERİM GELDİ

Motif bahtaniye serüvenimizi biliyorsunuz. Bir kaç yüncüye baktım. Afyon'da benim almam gereken numaraları bulamadım. Ben de bütün ipleri Nakonun sitesinden almaya karar verdim. Nakoya daha önce bir üye olmuşluğum vardı, şifremi kaybetmişim. Yenisini istedim, mail adresime şifre geç mi düştü ne oldu, bir türlü  bulamadım. Bu saçma sapan iş için bir kaç gün uğraştım. İnternet cahili gibi hissettim kendimi. Ama tamamen, sadece bir işe odaklanamamakla alakalı bir durum. Hep başka bir iş çıkınca 10 dakika sonraya ertelemek zorunda kalıp unutmamla ve 10 dakikaların 10 saatlere sarkmasıyla ilgili. Neyse, geçen hafta 2 kargo birden aldım. Hem Nakodan kendi siparişlerim hem de bana motif gönderecek katılımcılardan Yasemin Kale'nin postası aynı gün geldi. Çok mutlu oldum. 
Geçtiğimiz hafta motif etkinliği çalışması çerçevesinde bana gönderilecek ilk motifler geldi. Sevgili Yasemin Kale hemencecik örüp göndermiş. PTT kargodan aradılar. Bizim siteye daha önce hiç gitmemiş sanırım PTT kargo, telefonla adres tarifi istediler. Ben de hastaneye getirmelerini söyledim. Zaten kargocu çocuklar hemen hemen her gün hastaneye bazan bir kaç koli, bazan kamyonlar dolusu ilaç getirdikleri için, mesai arkadaşımız gibi oldular. "Abla siz miydiniz, ben de soyadını bir yerden hatırlıyordum" diyerek alıp getirdiler, sağ olsunlar..   
Eve gelince şöööyle koltuğun üstüne, sehpanın üstüne, tvnin yanına falan bir koydum, sıvazladım, sevdim, okşadım:) 
Renk şu üstteki fotoğrafa çok yakın. Yine de aynısı değil, biraz cırtlak:) Nakonun sitesinde ise benim çekimime daha çok benziyordu. 
Tabi benim ilk motiflerim gelince, kendi örmem gereken ilk 25 motif stresimi artırdı. İş dönüşü hemen ipleri koltuğun kenarına çekip örmeye başladım. Yatıncaya kadar 10 tane örmüşüm. Ertesi gün de sanırım 5 ya da 6 tane daha ördüm, ip bitti. Ne bereketsizmiş. Neyse, yeni siparişim gelinceye kadar, ikinci ay için öreceğim motiflere başladım ben de. Çok güzel bir mor. Biraz koyu. Bakalım blogcu arkadaşımız nasıl kombinleyip birleştirecek bunları.

7 Eylül 2012 Cuma

SENSİN CESET

İş kendilerini büyük ve önemli göstermeye gelince mangalda kül bırakmayan haberciler ve özellikle de tv habercileri, sıklıkla "ceset" kelimesini kullanarak insanları aşağılamış oluyorlar. 

  • Grizu patlamış, 10 kişi göçük altında kalmış, günler sonra cansız bedenlere ulaşılmış, saygısızca "cesetleri bulundu" diyorlar. 
  • Onlar o haberi, özneyle uyuşmayan yüklemler kullanıp, bozuk Türkçeyle ve kırık dökük cümlelerle  ekranlardan anlatsın diye; sınır boylarında nöbet tutarken, gencecik yaşlarında, terörist kurşununa hedef olmuş 20 Mehmetçik bu dünyadan göçüp gitmiş; "cesetler memleketlerine gönderilecek" diyorlar.
  • Aileleri onları evlerinde beklerken trafik kazası oluyor, otobüs dolusu insan ölüyor, "cesetler yola saçıldı" diyorlar.
  • Zavallı kızcağız töre cinayetine maruz kalıyor, günler sonra bir dere kenarında bulununca, "cesedi teşhis edildi" diyorlar.
  • Afyonkarahisar'da cephanelik patlıyor, 25 genç insan bu dünyadan anlamsızca ayrılıyor, "cesetler GATA'ya gidecek" diyorlar.
Evet, teknik olarak hepsi "ceset"tir. Ama insanca olan onlara "cenaze" demektir. Çünkü en azından bir saygıyı hak eder insanın ölüsü bile. Tabi ki saygısızlık olsun diye bunu yaptıklarını veya en azından kasıtlı yaptıklarını sanmıyorum ama insanların hassasiyetlerine de düşünceli yaklaşmak lazım. Çok konuşmak, çok şey söylüyormuş görünmek, ekranda fazla kalmak için çabalarken çamura battıklarını düşünüyorum. Hele bir keresinde, çatışmada öldürülen teröriste bile "cenaze" dediklerini duydum ben. İşte burada "cenaze" diyemezsiniz. Bu cesettir. İsterseniz bir de daha önce yapıldığı gibi "sayın" da ekleyelim de tamam olsun.
Lütfen bu ülkenin ekmeğini yiyorsanız, en asgarisinden kime ne şekilde hitap edeceğinizi bilin. Ondan sonra ben "gazeteciyim, haberciyim, aydınım" falan deyin, insanlardan saygı bekleyin.

6 Eylül 2012 Perşembe

BAŞIMIZ SAĞ OLSUN

Çarşamba gecesi,  haftasonu evlenecek olan kuzenim için bir eğlence tertip etmiştik. Normalde dinlemeye tahammül bile edemediğimiz türden şıngırdaklı oyun havalarıyla eğlenceye başladık. Tam havaya girmiştik ki, beylerden telefonlar gelmeye başladı. Önce herkes yakınlardaki bir elektrik santralinin patladığını düşünmüş. Sonra işin özü anlaşılmış, Türkiye'nin en büyük cephaneliklerinden birinde patlama olmuş. Biz kendi gürültümüzden hiç bir şey hissetmedik ama, bütün Afyon sarsılmış, deprem oluyor zannetmişler. Afyon o kadar sarsılmış ki, 7-8 km uzaktaki annemlerin demir apartman kapısını açtırıp camı kırdırmış. Bizim ev olay mahalline 13-15 km uzaklıkta olduğu halde cam balkon camları basınçla içeri dışarı girip çıkmış, site görevlileri ve sakinleri doğalgaz patladı zannetmişler. O sırada 20 km uzakta bulunan eşim de duymuş ve hava sıkışması patlaması zannetmiş. Zaten yakın civardaki evlerde maddi hasar çokmuş.
Hemen hastaneye gittim. Yol boyu hastaneye doğru bir araç akını vardı. İcapçı diğer arkadaşım ve iki personelimiz de koşturmuş. Acil servise ve ameliyathaneye ilaç ve serum yığınağı yaptık. Ara ara bir ihtiyaç var mı diye acil servise de çıkıp baktım. Görevli olan olmayan pek çok personel hastaneye akın etmişti. Afyon'un genci yaşlısı kan vermek için hastane girişine yığılmıştı. "Yüzlerce" az bir miktar, belki "binlerce" insan bir işe yaramak için koşup gelmişti.
Sonra 8-10 yaralı gelmiş, iş bitti. Saat gece yarısını çoktan geçmişti eve geldiğimizde. Biraz da NTV haberlerini izledim. Saat 2.30 gibi falan yattım. 
Keşke dün gece çalışmaktan hiç uyumaya fırsatım olmasaydı da o gencecik fidanlar elimizden uçup gitmeseydi. Keşke o binlerce  bağışçının kanı damarlarından can vermek üzere geçebilseydi. Keşke hastaneye toplanan o kadar personelin elinden bir şey gelebilseydi. Keşke o aramızdan erkenden ayrılan gençler hastaneye canlı gelebilseydi. Şimdi DNA testi ile kimlikleri belirlenmek üzere Ankara'ya gidiyorlar. 
Çocukluğumuzdan beri, bu askeri cephaneliğin hikayesiyle büyüdük. Tehlikeli bir durum olduğunu hep bildik. Allah yine de hepimize acıdı. Sevgili bir kaç kulunun verdiği sadakalar mı, döktüğü gözyaşları mı, yaptığı duaları mı karşı geldi bilemiyorum ama hepimiz aklımızın almayacağı, çok daha büyük bir kazadan kurtulduk. 
Allah bu millete evlatlarının mürüvvetini göstersin. Annelerin babaların gözyaşı dökeceği kayıplar vermesin. 

5 Eylül 2012 Çarşamba

LAPTOPUM BOZULDU

Yaklaşık 1,5 yıldır kullandığım laptop bozuldu. Önce zor zahmet şarj etmeye başladı, meğer can çekişiyormuş, önceki gün de şarjı bitince bir daha hiç şarj olmadı. Daha önce hiç bir bilgisayarımızı garanti kapsamında tamir ettiremediğimiz, hele bir keresinde garantiyi 2 günle kaçırmış olduğumuz için, her zaman gittiğimiz bir bilgisayarcıya götürdü oğlum, bu gün "garantisi devam ediyorsa firmaya gönderin" demiş. Galiba astarı yüzünden pahalı bir tamiratın eşiğindeyiz. Hiç iyi bir koku gelmiyor burnuma ama, oğlum Lenovo'yu aradı, "gönderin" demişler. Bakak görek..
Akşam eşim gelinceye kadar onun laptopundan bloğa girip çıkıyorum. Ama o geldiği zaman oyuncağını kendisine teslim ediyorum. Genellikle de akşamın ilerleyen saatlerinde, koltukta uyuklamaya başlayınca, bilgisayarı usuuuulca ele geçiriyorum. Bu bana ne sağlıyor? Süre kısıtlı olunca, sadece arkadaşlarımın bloglarına girebiliyorum. Yoksa benim huyumdur, arkadaşlarımdan başlar, onların arkadaşları, arkadaşlarının aradaşları derken kendimi ya Brezilya'da ya Rusya veya Fransa'da bulurum. Pakistanlı bir blogcuyla yazıştım geçenlerde, anlayın netteki kayboluş hikayelerimi. İşte bu kadar serbest uçuşlar yapamadığım için, dün akşam oturdum, hem TRT'de yeni bölümleri başlayan 80'ler dizisini, hem Kanal D'de yeni bölümleri başlayan ama benim son 8-10 eski bölümünü izlemediğim Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisini izledim, hem de Gülce'nin pelerinini bitirdim. Ufak tefek ayrıntıları ve düğmeleri kaldı. Bir de şapka başlamıştım, bu hafta bitireceğimi ümit ediyorum. Demek eskiden internete daha az girdiğim, bloglara fazla takılmadığım için daha çok üretim yapıyormuşum...

4 Eylül 2012 Salı

PEMBE GÖNLÜM SENDE

Benim kızım pembe sever; tıpkı halası gibi. Biz hala- yeğen iki pembesever, pembenin uçuk tonlarından mora kadar tüm skalaya bayılırız.   
Geçen kardeşimle telefonda görüşüyorduk. Gülce'yle konuşmak istedim, o çizgifilm izlediği için konuşmak istemedi. Böyle de dediğim dedik bir hatun. Allah herkesin evladını ana-babasına bağışlasın, güzel günler göstersin.
Hafta sonu, motif etkinliğimiz için ip almaya gittiğimde, almam gereken ipleri bulamadım. Ama şekerlemeci dükkanına girmiş çocuklar gibi, ağzımın suyu aka aka bütün rafları gezdim. Bazı ipleri indirttim, dokundum, sevdim, okşadım. 3-4 çeşit de ip aldım. Yolda oğlum, ipçi dükkanlarının, kendi çocukluğunun kabusu olduğunu söyledi. Bir yerden eve dönerken yol üstünde  ipçi görürsem, içeri girip her şeyi inceliyormuşum. Zaten artık o arabada beni bekliyor. "Senden sonra girenler çıkıyor, sen çıkamıyorsun" diye de kafa tutmayı ihmal etmiyor. Napayım, benim olmayan iplerle bir türlü vedalaşamıyorum:) 
Yukardaki pembişler yeğenim için başladığım sonbaharlıklar. Oğlum örgü şeyler sevmez. Çocukluğundan beri sevmedi. Bir şekilde ördüklerimi de hiç giydiremedim. Onda hevesimi alamayınca şimdi yeğen Gülce'ye sardırdım. O süslü ve havalı bir kızçe. Eminim sevecektir. Bitince size de gösteririm. Şimdilik bu kadar..