6 Ekim 2010 Çarşamba

İNCELİK, NEZAKET ve ESKİLER


Epey zamandır, yakın dönem Türkiye'yi, Türk insanını ve yaşantısını anlatan kitaplar okumayı seviyorum. Aslında bu gün fotoğraf çekimim geç saate kalmasaydı sizlere bu kitaplardan bazılarını görüntüleyip birkaç satırla bahsedecektim. Fotoğraf makinasının flaş ayarını tutturamadım. Ya çok flu çıktı ya da çok parlak. İş dönüşü akşam hazırlıkları falan derken hep unutup geç saatlere kalan çekimlerimi sanırım haftasonuna erteleyeceğim.

Fakültede ezbere dayalı bir bölümde okuduğumdan, satır başına dönüp dönüp aynı şeyleri ezberlemeye çalıştığımdan mıdır bilmem, okuma hızım çok düşmüştü. Şimdi sanki yeni yeni açılasım var. Biran evvel emekli olup (daha çoook var emekliliğe) kendimi edebiyat dünyasının şefkatli kollarına atmak istiyorum. Bu aralar, kendime bir kütüphane kurmaya çalışıyorum desem yeridir. Vakti zamanında, okumam gereken ancak "üniversteye hazırlanıyorum" bahanesiyle okuyamadığım kitapları almaya başladım. Genellikle internetten "Kitaptürk" isimli siteden alıyorum. Sanki fiyatları daha ucuzmuş gibi geldi karşılaştırma yapınca. Sizlerin bildiği siteler varsa bakabilirim.

Kütüphanemin ilk eserleri tabi ki klasikler ve Türk Edebiyatı olacak. Hem okuması kolay, hem zevkli, sevdiğim yazarlardan başladım işe. En son Peyami Safa'nın sitede bulabildiğim kitaplarını getirttim. "Sözde Kızlar" isimli ince romanını çantamda taşıyorum. Bulduğum her fırsatta çıkarıp okuyorum. Gençler için fazlaca sayıda Arapça-Farsça kelime var. Ancak arkada bunlar için bir sözlük oluşturmuşlar.

Size kitaptan birkaç satır yazmak istiyorum. Genç adam arkadaş toplantısına geç kalır. İşgal günleri.. Genç adam ve genç kadın daha tanışmadan harbe dair bir süre hararetle konuşurlar. Evin annesi ve delikanlı arasındaki konuşmayı kitaptan aktarıyorum:

Nadir'le Mebrure'nin bu hususi görüşmelerine Nazmiye Hanım dikkat etmişti. İki gencin yanına yaklaşarak her ikisine de dedi ki:
-Tanışıyor musunuz?
Nadir iskemlesinden doğrularak canlandı:
-Bu saadete hazırlanıyorum.

Ne kadar zarif değil mi? Genç adam, genç kızla henüz tanışmamış, tanıştırılmamış. Daha kitabın üçte birlik kısmındayım. Bu gençlerin birbirine aşık olup olmadığını bilmiyorum, yeni bir delikanlı daha çıktı ortaya, kız ona da aşık olabilir diye düşünüyorum. Yani yukardaki bölümde bahsedilen genç kıza yıldırım hızıyla aşık değil. Birbirleri için iki yabancılar. Ama bu tanışma onun için bir saadet ve " bu saadete hazırlanıyorum" diyor. Zerafetin en üst noktaları.

Peki biz nasıl ve ne ara, şimdiki kaba-saba, hart-hurt, höt-zöt insanlar olduk acaba? Evimizin önündeki bahçe çitine tüneyen, çite ilişen, birbiriyle burada didişen, el kol şakaları, saygısız konuşmalar yapan çiftler; arkadaş olduklarını sanan ama birbirlerinin ruh celladı olan, öğrenci kılıklı, eşkiya delikanlılar; sigara içmeyi, yerlere okkalı bir tükürüğü falso verdirerek üfürmeyi, burnu kıvrık ve illaki sivri ayakkabı giymeyi ve bu ayakkabının ardını ezmeyi, racon kesmeyi, adam olmak zanneden yeni yetmeler; yukardaki parağraftaki gibi konuşan bir neslin evlatları olamazlar değil mi? Kim bu kayıp çocuklar Allah aşkına? Kim?

2 yorum:

  1. Nezaket bitti ,kabalık devri başladı .Romanlarda kaldı duygusal ve nazik ilişkiler...
    Canım ya ,meclisteki kavga eden milletvekillerini, öğrencisini döven öğretmenleri ,hastasını kovan doktorları ve daha nice çirkin haberleri izliyoruz. Çevremizde de saymakla bitmeyen kabalıkları görmüyor değiliz. Olaylar kabalıkla kalsa iyi ya cinayetler… Balık baştan kokuyor. Eğitimcisi, yöneticisi hasta bir toplum olma yolunda hızla ilerliyoruz. Toplumu oluşturan en küçük birim aile bireyleri bile cinnet noktasında iken kim, kimden nezaket görebilir ki?
    Çok şükür ki iyi bir aile eğitimi aldım. Saygıyı, sevgiyi ,nezaketi ,ailemden öğrendim .Daha dört beş yaşında iken sokağa tükürülmeyeceğini,yüksek sesle konuşulmayacağını ,hele hele herkesin içinde ağlamanın çok ayıp olduğunu, çimlere basılmayacağını,çiçeklerin koparılmayacağını,elindeki sakız kağıdının bile sokağa atılmayacağını, kimsenin evine çat kapı gidilmeyeceğini ,gidilen yerde yemek yeniliyorsa asla sofraya doğru bakılmayacağını ve davet edilse bile aileden onay olmadıkça sofraya oturulmayacağını, büyüklere geri ve ters cevaplar verilmeyeceğini, el şakasının çirkin olduğunu , eve gelen konuğun elinin öpüleceğini ,kimsenin malına hiçbir şekilde zarar verilmeyeceğini, kirli ve yırtık gezmenin çok ayıp olduğunu, borç yapmanın çok kötü bir şey olduğunu, yoksulluğun asla dışarı bildirilmeyeceğini, aile sırlarının dışarı anlatılmayacağını ve asla ne olursa olsun yalan söylemenin affedilmeyeceğini gibi bir çok sosyal toplum kurallarını öğrendiğimi çok iyi hatırlıyorum. Zaten uslu ve sakin bir çocuktum.Demem o ki , insan ne öğrenecekse aileden küçük yaşta iken öğrenir. Bir çocuk aileyi yansıtıyor .Sağlıklı aileler sağlıklı toplumları oluşturacak ise bütün görev ailelere özelliklede anneye düşüyor. Annelerin çocuklarını çok iyi yetiştirmesi gerekiyor.Bir çocuk, çok küçük yaşlarda sosyal davranış temel kurallarını öğrenirse sevgi ile büyürse ona zaten ömür boyu yetecektir .Ve onlarda çocuklarını en iyi şekilde yetiştirecektir.
    Marka deliliği ,batı özentisi ,her türlü ahlaki değerin yitirildiği,özgürlük kavramının güçlendiği , bencilliğin ve menfaatin öne çıktığı sabır denen duygunun yitirildiği bir dönemde yaşamanın bizlere getirdiği ne yazık ki kabalık olup daha kötü durumlara sürüklendiğimiz aşikar değilmi ?
    Canım, gerçekten çok önemli bir konu içeren bir yazı paylaşmışsın.Yüreğine sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Canım yorumuna katılıyorum. Allah çoluğumuzu çocuğumuzu korusun böyle insanlardan, iyilerle konuştursun.

    YanıtlaSil