30 Ekim 2010 Cumartesi

YÜZÜKLER

Aşağıdakiler, kendi yaptığım yüzükler ve aynı teknikle yapılmış bir kolyedir. Aslında kolye için aklımda daha değişik bir tasarım daha var ama şimdilik sadece tasarı boyutunda ve tasarım boyutuna geçemedi:(





28 Ekim 2010 Perşembe

KUTLAMA

Cumhuriyet Bayramımız tüm ulusumuza kutlu olsun.



22 Ekim 2010 Cuma

YATABİLSEM UYUYABİLECEĞİM DE...UYUMAYACAKSAM DÜŞÜNEYİM BARİ...

Uyku problemim var. Uyuyamıyor değilim. Yatamıyorum. Benim de sıkıntım bu. Uykuda geçen sürenin, bedenimi ve ruhumu tamir ettiğini bile bile, uyumamak için direniyorum. Hayatı kaçırıyormuşum gibi geliyor. Sanki ayakta kaldım sürece birşeyler üretiyormuşum gibi...
Gerçi boş da durmuyorum:
  1. Altıgenlerden oluşan ve elde diktiğim yatak örtüsünün kesili tüm parçaları dikildi. Kesilmeyen eksik parçaları bir gün kesmeyi DÜŞÜNÜYORUM. En azından bunu DÜŞÜNÜYORUM:) Kesme işlemi bitince dikişi o kadar zor gelmiyor emin olun.
  2. Taa kaç sene önce başladığım ve maymun iştahım yüzünden tamamlanacak işler kategorisinde ikamet eden merserize takımın iç kolsuz bluzunu misinalı şişe takıp fırdolayı örmeye başladım. Döne döne örmekten akşamları iyi kafa yapıyorum:) Hırkasını ise daha önce tığla motif motif örmüştüm ama tam bitmemişti. Bu kış kesin bitiririm ELBETTE, GALİBA, HERHALDE, İNŞAALLAH, BELKİ...DÜŞÜNÜYORUM..
  3. "Bir sürü" muğlak ifadesini, bildiğiniz en büyük sayı farzedin, karesini alın, küpüyle çarpın, çıkan sayıyı Pİ sayısı ile ne yapmak istiyorsanız onu yapın. Ahanda o gadder kumaşım var. Boş durur muyum? Onları da dikmeyi DÜŞÜNÜYORUM.
  4. "Hanım dilenince niye bey beyeniyor ki" bahtaniyem bitti bitiyor. Kenarı oluverse bitiverecek. İş mi yani? Bunu bitirince, aynı tarzda, eşimin başka bir kazağını kullanarak, daha janjanlı renklerle, tek kişiliğini örmeyi DÜŞÜNÜYORUM.
  5. Haftalardır bir kırkyama aşkım depreşti ki sormayın. Size adreslerini topluca vereceğim çook çok güzel yabancı bloglar buldum. "Bana kumaş üretin ey fabrikalar, kırkyamam geldi" diye bağırmayı DÜŞÜNÜYORUM...
  6. Keçeye ilk başlarda nerden bulunur bilmediğim için pek sıcak bakmamamıştım. Satış yapanları gördükçe nette, iştahım kabarmaya başladı, DÜŞÜNÜYORUM..
  7. Ahşap boyamaya da malzemeleri çok ve kokulu bir iş diye burun kıvırmıştım ya, yine blogcu bayanlar aklımı çeldi. Ne yapsam bilemiyorum. Düşünsem mi, düşünmesem mi bunu da DÜŞÜNÜYORUM.
  8. Herkes DIY yapıyor. Yani eskiyi yenileme, atacağım bir şeylerden, tamamen farklı, fonksiyonel ve kullanılası, sergilenilesi birşeyler üretmeyi; ıvır-zıvırdan "deli bu kadın "dedirtecek eşyalar türetmeyi çok istiyorum. Bunları yapan hatunları kıskandığımı DÜŞÜNÜYORUM.

"Öyle ise varım" dedirtecek ne çok şey düşünüyorum da, gecenin şu saatinde neden yatmayı düşünemiyorum bilmiyorum...

20 Ekim 2010 Çarşamba

KOLYELER

Alttaki kolyenin boyunda çok şıkır şıkır bir duruşu var. Sanırım kullandığım lastikli misinadan kaynaklanan bir durum. Aslında lastiğin hiç anlamı yok. Sadece o anda elimde o vardı. Ama şunu fark ettim ki, lastikli misina zamanla sararıyor.

Alttaki iki kolyeyi ben yapmadım. Ama takı maceram bu kolyelere dünyanın parasını ödememle başladı. Emeğinin azlığına ve alt tarafı tüm malzemesi plastik boncuk olan bu kolyelere bu kadar para vermenin anlamsızlığını düşündüm ve başladım. Hala da zaman zaman yaparım.


Alttaki kolyeyi, tamamen gelişi güzel, ince misinaya taktığım boncukları oyulgayarak yaptım. Baktım fena olmadı, aynı şekilde bir de bileklik yaptım. Küpesiz de olmaz değil mi ama?





17 Ekim 2010 Pazar

TAKILAR

Kendi yaptığım takılardan örnekler göstermeye başlıyorum. Fotoğraflamak oldukça uzun sürdü. Renkler genellikle ya zor tuttu, ya hiç tutmadı. Aynı takıyı ışığı ve rengi ayarlayarak hem pratik fotoğraf makinasıyla hem de telefonumla çekmeye çalıştım. Oğlumun fotoğraf makinasını öğrensem iyi olacak galiba. Hal böyle iken, fotoğraf sanatçılarının önünde saygıyla eğilmeye karar verdim. Bir daha böyle uzun bir çekim yapar mıyım, hiç zannetmiyorum.


İlk takı, geçtiğimiz kış sonu bir gece ortaya çıktı. Malzemeler evden: Tansyon aletinin koruması olan ince köpük, kadifemsi bir parça kumaş, boncuk torbasından boncuklar.





İkinci takı ise yine geçen kış, bir kermes için ördüğüm şallardan kalan ipi öylece geri vermemek için ürettiğim kolye ve bileklik. Tığla zeminleri ördüm, boncuklarla süsledim. Peki neden kermese veremedim? Çünkü geç kaldım. Nasipse bu sene göndereceğim artık. Şallar ise fotoğraflayamadan kermese gitti.





14 Ekim 2010 Perşembe

TAKI KUTUMU TANIŞTIRAYIM

İşte yapışkanları kuruduktan sonra yerleşmiş hali. Tabi yerleştirirken özellikle kendi yaptıklarımı da sizler için görüntüledim. O da bir sonraki yazının konusu olsun bari.



13 Ekim 2010 Çarşamba

MÜCEVHER KUTUSU


Emek verdim, güzel de oldu, fonksiyonel de. "Mücevher kutusu" demekle haklıyım. Siz kutuya mücevher demediğime bakın:)

Uzun zamandır, kocaman bir krem promosyonu çantasında hapsolan, birbirine karışan, ipleri boncukları birbirine dolaşan ve bir türlü düzen sağlayamadığım, bazıları kendi el emeğim takı-tukalarımı toparlamak istiyordum. Birkaç sene önce eşime aldığım cüzdan-kemer-anahtarlık üçlüsünün kutusunu gözüme kestirmiştim. Bu arada eşim, üçlünün sadece anahtarlığını kullanmış, cüzdan ve kemer niye kullanılmamış bilmiyorum. Biz bayanlar olsak (en azından ben olsam), hepsi de fedalarca kullanılırdı şimdiye kadar. İçinde bir kendimizin eksik olduğu, valizden hallice çantaları hemen her gün değiştirip duruyoruz da; erkekler neden acaba, iki avuç kadar cüzdanlarını kopuncaya kadar kullanıyorlar? Ayol, hiç mi sıkılmıyorlar?

Gelelim konumuza. Kutunun içinden kendi özel bölmelerini çıkardım. Yeni aldığım cam çaydanlığın koruması olan kalın kartonlarla, önce enine bölmeler yaptım. Üzerlerini oğlumun spiralli defterler alarak defter kaplamaktan kurtulduğu ve atıl vaziyete geçmiş bulunan kaplıklarıyla kapladım. Uzun bölmelerin arasını önce aklıma estiği gibi, sonra da "hay Allah keşke şöyle yapsaydım" dediğim gibi böldüm.

Sanırım işlevsel bir şey oldu. Ama mutfak da buram buram yapıştırıcı koktu. Şimdilik mutfak penceresini açtım, kutuyu pencere önüne koydum. Dilerim eşim gelinceye kadar koku gider. Çünkü çok rahatsız oluyor bu kokudan.



















İçi iyice kuruduğunda takılarımı da yerleştirerek yeniden fotoğraflarım artık. Şimdilik hoşça kalın.































6 Ekim 2010 Çarşamba

İNCELİK, NEZAKET ve ESKİLER


Epey zamandır, yakın dönem Türkiye'yi, Türk insanını ve yaşantısını anlatan kitaplar okumayı seviyorum. Aslında bu gün fotoğraf çekimim geç saate kalmasaydı sizlere bu kitaplardan bazılarını görüntüleyip birkaç satırla bahsedecektim. Fotoğraf makinasının flaş ayarını tutturamadım. Ya çok flu çıktı ya da çok parlak. İş dönüşü akşam hazırlıkları falan derken hep unutup geç saatlere kalan çekimlerimi sanırım haftasonuna erteleyeceğim.

Fakültede ezbere dayalı bir bölümde okuduğumdan, satır başına dönüp dönüp aynı şeyleri ezberlemeye çalıştığımdan mıdır bilmem, okuma hızım çok düşmüştü. Şimdi sanki yeni yeni açılasım var. Biran evvel emekli olup (daha çoook var emekliliğe) kendimi edebiyat dünyasının şefkatli kollarına atmak istiyorum. Bu aralar, kendime bir kütüphane kurmaya çalışıyorum desem yeridir. Vakti zamanında, okumam gereken ancak "üniversteye hazırlanıyorum" bahanesiyle okuyamadığım kitapları almaya başladım. Genellikle internetten "Kitaptürk" isimli siteden alıyorum. Sanki fiyatları daha ucuzmuş gibi geldi karşılaştırma yapınca. Sizlerin bildiği siteler varsa bakabilirim.

Kütüphanemin ilk eserleri tabi ki klasikler ve Türk Edebiyatı olacak. Hem okuması kolay, hem zevkli, sevdiğim yazarlardan başladım işe. En son Peyami Safa'nın sitede bulabildiğim kitaplarını getirttim. "Sözde Kızlar" isimli ince romanını çantamda taşıyorum. Bulduğum her fırsatta çıkarıp okuyorum. Gençler için fazlaca sayıda Arapça-Farsça kelime var. Ancak arkada bunlar için bir sözlük oluşturmuşlar.

Size kitaptan birkaç satır yazmak istiyorum. Genç adam arkadaş toplantısına geç kalır. İşgal günleri.. Genç adam ve genç kadın daha tanışmadan harbe dair bir süre hararetle konuşurlar. Evin annesi ve delikanlı arasındaki konuşmayı kitaptan aktarıyorum:

Nadir'le Mebrure'nin bu hususi görüşmelerine Nazmiye Hanım dikkat etmişti. İki gencin yanına yaklaşarak her ikisine de dedi ki:
-Tanışıyor musunuz?
Nadir iskemlesinden doğrularak canlandı:
-Bu saadete hazırlanıyorum.

Ne kadar zarif değil mi? Genç adam, genç kızla henüz tanışmamış, tanıştırılmamış. Daha kitabın üçte birlik kısmındayım. Bu gençlerin birbirine aşık olup olmadığını bilmiyorum, yeni bir delikanlı daha çıktı ortaya, kız ona da aşık olabilir diye düşünüyorum. Yani yukardaki bölümde bahsedilen genç kıza yıldırım hızıyla aşık değil. Birbirleri için iki yabancılar. Ama bu tanışma onun için bir saadet ve " bu saadete hazırlanıyorum" diyor. Zerafetin en üst noktaları.

Peki biz nasıl ve ne ara, şimdiki kaba-saba, hart-hurt, höt-zöt insanlar olduk acaba? Evimizin önündeki bahçe çitine tüneyen, çite ilişen, birbiriyle burada didişen, el kol şakaları, saygısız konuşmalar yapan çiftler; arkadaş olduklarını sanan ama birbirlerinin ruh celladı olan, öğrenci kılıklı, eşkiya delikanlılar; sigara içmeyi, yerlere okkalı bir tükürüğü falso verdirerek üfürmeyi, burnu kıvrık ve illaki sivri ayakkabı giymeyi ve bu ayakkabının ardını ezmeyi, racon kesmeyi, adam olmak zanneden yeni yetmeler; yukardaki parağraftaki gibi konuşan bir neslin evlatları olamazlar değil mi? Kim bu kayıp çocuklar Allah aşkına? Kim?